“bir birey olarak neyiz? yani kendimiz hakkında ne biliyoruz, ne bilebiliriz? bu sorulara doyurucu bir yanıt bulamadıkça, kişiliğe sıkı sıkıya bağlı olan ozanlığımızın olanaklarını da belirleyemeyiz sanırım.. biyolojik, fiziksel varlığımız bir yana (gene de insanın bir bütün olduğunu gözden uzak tutmamak şartıyla), kendimizi toplumbilim açısından irdelersek göreceğiz ki, bizler, düzenli olarak düzen değiştiren, yani bilimsel yöntemlere uygunluğu oranında geleceğini, gelecekteki duraklarını, yaşama biçimlerini kestirebilen insan tekleri değiliz.. geçirdiğimiz toplumsal evreler arasında yapıcı, tamamlayıcı bir ilişki olmadığı gibi, buna bağlı olarak ileri bir atılımdan da yoksunuz.. günlük edimlerimiz bizi öylesine yoğuruyor, öylesine kılıktan kılığa sokuyor ki, bir yığın çıkmazın buyruğunda, direnmekle çevreye uymak arasında şaşkına dönüveriyoruz.. boyutsuz, anlamsız, sallantılı bir yaşam düzeyinde bocalıyoruz durmadan.. inancımızı somutlayan eylemlerle değil de ancak, bize uygun buldukları düzenlerden birini seçmekle biçimleniyoruz.. böylece düşüncelerimiz kuramsal, ilişkilerimiz soyut kalıyor.. her durumda aşınıyoruz, kişiliğimizden biraz daha yitiriyoruz.. düşünsek düşünemeyeceğimiz, duysak duyamayacağımız, ‘göre’ bir yaşayış tutturmuşuz. kendi öz varlığımızla tanışmak, karmaşık, çözülmez bir problem oluyor çoğu kez.. giderek, bu toplumsal çatı altında,bir yalnızlık anıtından başka hiçbir görünümümüz kalmıyor.
gerçek ‘ben’imizle yüz yüze gelmedikçe, tersine, kişiliğimizden gün günden daha bir uzaklaştırıldıkça, şiiri nasıl olup da ozanın yalnızlığına, sezgilerine, güdülerine bağlayabiliriz? ayrıca, kimliğimizle yazdıklarımız arasında varsaydığımız benzeşlik, gerçek, tutarlı bir benzeşlik olabilir mi? yani şiirlerimizle ne kadar sokulabiliriz kendimize? ya da yazdığımız şiirler için hızını, devinimini kendinden alamayan benliğimizin katkısız ürünleridir, diyebilir miyiz? bana kalırsa böylesi bir özdeşlikten söz açmanın sırası gelmemiştir daha.. giderek denebilir ki, edebiyat dünyamızda yer alan bir sürü kavramın (lirik, authentique vb.) özünde yatan gerçekler, yaşadığımız gerçeklerle çelişmektedir.. çünkü bireyliğimizi kurtarma savaşı içindeyiz biz.. bu savaş da, toplumsal savaşımızın içeriğine girer.. şiiri de böyle bir ortamın izdüşümü olarak görmek gerekir.. ne yapalım ki, tarihsel sıra, bizi böyle bir dönemde konuşturuyor. güvenemediğimiz bir ‘ben’e, bir kendiliğindenliğe sığınamayız kolayca. edebiyat tarihimiz, olanaklarını bilmeyen ozanların çoğunlukta olduğunu gösteren belgelerle doludur. üç beş aşamadan geçtikten sonra, hangi ozanın hangi yanıyla ayakta kaldığını saptamak bile oldukça güçleşmektedir. çünkü gerçek bir evrimden; düşünceye, yaşantıya bağlı bir şiir evriminden çok, bütün bunlardan soyutlanmış salt bir deyiş özelliği, biçimsel bir doygunluk geliştirilmiş, ya da sürdürülmüştür ozanlarımızca.. genellikle ilk heyecanın, ilk esrimenin, ilk cesaretin yarattığı birtakım sonrasız ozanlar, şiirimizin temsilcileri olup çıkmışlardır..
öyleyse bu ikili ‘ben’i, daha doğrusu bölüne bölüne ayrıcalığını, kimliğini yitirmekte olan ‘ben’i şiire aktarmak, ona bir etkinlik kazandırmak istiyorsak, eninde sonunda dramatik bir şiire yönelmemiz gerekecektir.. gerçekte korkunç bir dramı sürdürmekteyiz çünkü.. işlevini tamamlamış bir gizemciliğin yerine, gene toplumun üst katlarında yer alan toplumsal – ekonomik bazı güçler, bu güçlere bağlı kurullar, sinen ya da başkaldıran; sayan ya da değerlenmeye doğru atılan; tutsaklığı ya da yok olmayı kabullenen bir yığın varoluş biçimi yaratıyor. çoğu zaman da olumluyla olumsuz birlikte ya da çelişe çelişe yaşıyor insanoğlunda. işte biz bu durumu çağımızın, toptan yaşamamızın bir niteliği sayıyorsak, o denli büyütüp yoğunlaştırabiliyorsak, aynı zamanda gerçek bir tragedyanın içindeyiz demektir.. şu farkla ki, klasik tragedya ile bağdaşamadığımız yan, yazgıya boyun eğmeksizin hiçlenmeyi karşı koymakla çatıştırmamız, soylu kişilerin töresel davranışlarına öykünmek yerine, bilimsel düşünceyi karşıtlarına egemen kılmamız olacaktır.
bu durumda bölmek gerekiyor şiiri.. bir birey olarak neyiz? bunu bilinceye ya da bilebilme olanaklarını edininceye kadar bölmeliyiz şiirimizi.. tıpkı yaşamamızda olduğu gibi : bir yanda yaslarımız acılarımız; öte yanda inancımız, umudumuz, direncimiz… kısa mutluluklardan güvenli mutluluklara yol aldıkça şiirimiz de tekleşecek, bütünleşecek, bireyliğini kazanacak elbette. belki de gelecekteki ozanlara düşecek bu iş.. biz yalnızca dramımızı yazacağız.. çünkü ne geçmişteki şiiri yinelemek, ne de gelecekteki şiiri bugünden zorlamak var artık.
ve yazacağımız her şey, biçimine kavuşamamış, buruk, acı öylece duruyor yaşamımızda..”
EDİP CANSEVER..
Yeni İnsan, Sayı: 8 (Ağustos 1963)
‘ŞİİRİ ŞİİRLE ÖLÇMEK.. Şiir üzerine yazılar, söyleşiler, soruşturmalar..’ – EDİP CANSEVER, Hazırlayan : DEVRİM DİRLİKYAPAN, YKY Yayınları, Şubat 2009, 376 Sayfa..
(EDİP CANSEVER’in fotoğrafları büyük ustanın ‘GÜL DÖNÜYOR AVUCUMDA’ adlı kitabının ADAM Yayınları tarafından yayınlanan Mayıs 1987 yılı baskısından alınmıştır ve tümü üstadımız ARA GÜLER tarafından çekilmiştir..)